• A
  • A
08.08.2009
Yaşarken

Bâtıl Secdeler

Yine yorgun bir günün sonunda mesaimi bitirmiş,

Öylece evimin yolunu tutmuştum.

"Lâilâhe illallahu vahdehu lâ şerike leh..." lâfz-ı celîlesinin,¹

Tefekkür yoluyla zihnimi,

Zikir yoluyla da kalbimi gıdalandırarak,

Beni mutmain ettiği manevî bir atmosferde yürüyordum. 
Neden sonra ikindi ezanının okunduğunu fark ederek,

Abdestimin olduğunu hatırladım;

Cemaatle ikindi namazını kılmaya karar verdim.

Sünnete yetişememe tedirginliğiyle adımlarımı hızlandırarak camiye vardığımda ise,

Rahmetli babamın cenaze namazını kıldığımız avluda olduğumu fark edip,

Mahzun duygularla musalla taşına baka baka avludan geçip camiye girdim.

Ölümün soğukluğunu,

Ve 'Her nefis muhakkak ölümü tadıcıdır'² hakikatini içimde hissederek,

Tüm ölmüşlerimizin günahlarının affedilmesi niyazıyla namaza durdum..

O an hemen yanımda bulunan bir zâtın sünnet namazını farklı kılışı,

Cemaatin dikkatini çektiği gibi benim de nazarımı ister istemez ona doğru çevirdi.

Adam, çevresinde namaz kılan herkesin secde edişiyle birlikte kendi de secde ediyordu.

Secdede sağa sola bakınıyor;

Birisi secde mi ediyor, hemen ona uyarak secdeye varıyordu.

Tâ etrafında kimse secdede kalmayıncaya kadar yaptığı bu iş sürüp gidiyordu.
'Herhalde mecnun biri' diye düşündüm.

Öyle ya, başka kim kendi namazını bırakıp da,

Çevresindeki insanların kıldığı namazı taklit etme pahasına,

Namazın şartlarını terk ederdi ki?.

 

Bu zât, dört rekât sünnet namazı boyunca,

Her rekâtta belki on belki de yirmi defa (sehiv secdesi yapar gibi),

Her secdeye varanla birlikte secde ediyordu.

Birçok secdeden sonra nihayet namazını bitirebildi.

Müezzinin kâmet getirmesiyle birlikte cemaatin yüzünden,

'Bakalım farzda ne yapacak?' şeklindeki soran bakışlar okunuyordu.
Adam herkes gibi saflardaki yerini alarak imamın tekbiriyle birlikte namaza durdu.

Fakat bu kez imamı taklit ediyordu.

Örneğin imamın öksürmesiyle birlikte o da öksürüvermişti!

Sanki etrafındakilere,

'Taklit ettiğim kişi, bu defa imam olacak' mesajını verir gibiydi.

Göründüğü kadarıyla farz namazın şartlarını ihlâl etmiyordu.

Çünkü bütün cemaat gibi,

O da imamın arkasında onun komutlarına göre hareket ediyordu.

Tüm cemaat gibi birlik halinde namazını kılıyordu.

Herkesle beraber secde ettiği için o da her rekâtta,

Namazın şartlarına uygun olarak iki kez secde ediyordu.

Neyse, selametle farz namazını bitirmeye muvaffak olmuştu.
Adamın kıldığı sünnet namazı, namazın şartlarına uygun değildi;

Ama farz namazı,

En azından imama uyduğu ve cemaate tâbi olduğu için sahihe benziyordu.
Namaz sonu tesbihatını yaptıktan sonra camiden çıktım.

Eve doğru olan yolculuğuma devam ettim.

Bir taraftan "Lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerike leh..."in,

Ruhumda açtırdığı iman-ı billâh güllerini koklarken,

Diğer taraftan rahmetli babamı kabir berzahına uğurlayışımız,

Ve tüm sevdiklerimle beraber,

Akıbetimin ne olacağı muammasıyla boğuşup duruyordum.
Camideki adamın namaz kılışı ise,

Tefekkür girdaplarıma apayrı bir türbülans kazandırmıştı..

 

Adamın az önceki durumu,

Aslında yaşantımızda sergilediğimiz mecnunluklar manzumesinin küçük bir örneğiydi.

Hak zannederek secde ettiğimiz nice bâtılları nazarımıza sokar gibiydi.

Bid'alara bulaşmışlığımızı,

İman hakikatlerine ne kadar muhtaç olduğumuzu belgeliyordu.

İnsanın, imama ve cemaate tâbi olduğu sürece,

Yükünün ve sorumluluğunun son derece azaldığını ne de güzel anlatıyordu!

Taklit yoluyla bile olsa cemaatle birlikte hareket edilen ânlarda,

Yanılma ve hataya düşerek bâtıla saplanma ihtimalini,

Hiçe yakın dereceye kadar azaltıyordu.

Mecnun bile olsa bu mübarek ilticaya tâbi olarak,

Cemaatin şahs-ı manevîsinin nuruyla istikametini koruyabiliyordu.

Gerçekten asrın,

Büyük alâmetlerle kıyametin müjdelendiği âhir zaman olduğu açıkça belliydi.³

İnsanların ahiretlerinin büyük tehditler altında olduğu şu zamanda,

Cemaatin şahs-ı manevîsinin nuruna yapışmak,4

Bu debdebeli dünya hayatını en az hasarla noktalayabilmek,

İmanla kabre girebilmek için elzem görünüyordu.
İhlâs eksenli bir hizmet anlayışıyla iman hakikatlerinin inkişafına çalışmanın,

Şu asrın belâlarından korunabilmenin ilk şartı olduğu,

Resul-i Ekrem (a.s.m.) tarafından sahih rivayetlerle ihtar edilmişti.

Muhammed-i Arabî (a.s.m.), âhir zamanın peygamberiydi.

Ve ümmetini gelecek olan son dönemin tehlikelerine karşı mütemadiyen uyarıyordu.5

Ahir zamanın bireyleri olan ümmetini,

Bu çok ciddi tehlikelere karşı uyanık olmaya çağırıyordu.

Onun için de, ümmetine sünnet-i seniyyesini miras bırakmıştı.

Şu durumda istikametini koruyabilmenin yegâne çaresi,

Peygamberin sünnetine itaatten geçiyor olmalıydı.6

Sosyal yaşantımızdaki küçük ve önemsiz addedilen hal ve tavırlarda bile,

Peygamberin sünnetine uygun bir davranış gayesi güdüldüğü takdirde,

Geçen her dakikanın,

İbadet hükmüne sayılacağı bir âhir zamanın tam ortasında bulunuyorduk.

Kâinatın sayılı dakikalarının kaldığı şu son dönemde,

Sünnete uygun yaşayanlara boşuna 'yüz şehit' sevabı vaat edilmemiş olsa gerekti.7

Kıyametin beklenir olduğu şu hengâmda,

Onun sünnet-i seniyyesine sımsıkı sarılmanın,

Ne kadar önemli ve değerli bir hayat tarzı olduğu âşikar biçimde ortadaydı.
Asrımızın belâ ve musibetlerinden,

Gaflet ve dalâletten kaynaklanan bid'a ve bâtıllardan korunabilmenin tek yolunun,

İman eksenli bu müslüman dakikaların,

Hayatımızı nurlandırmasıyla mümkün olabileceği ihtar ediliyordu.

Yoksa karanlık ve zulümatın bizi çepeçevre kuşatıvermesi kaçınılmaz bir sondu.
Nefisle yapılan mücadele, bunun için 'cihadın büyüğü' olmalıydı.8

Şeytanın:

"Muhakkak Senin hak yoluna oturacağım,

Vesvese verip pusu kuracağım.

Sonra onlara önlerinden ve arkalarından,

Sağlarından ve sollarından sokulacağım..."9 tehdidinin,

Büyük bir cüret ile uygulandığı zamanımızda,

Hak zannederek bâtıla saplanmadan ve bid'alara teveccüh etmeden,

Yolumuzu sırat-ı müstakîm dâhilinde tutabilmenin ilk ve en önemli şartı,

İman hakikatlerinin kendi nefsimize ve tüm nefislere,

İspat yoluyla kabul ettirilmesinden geçiyordu.

Çünkü nefisler son derece şımarmıştı.

Ve onları kayıt altına alıp söz geçirebilmemiz o derece güçleşmişti.10

 

Kısacası sırat-ı müstakim yolunun dâhilinde kalabilmenin yegâne sırrı,

Resulullah'ın sünnetinin önderliğinde ve bekçiliğinde saklıydı.

Onun uyarılarını devre dışı bıraktığımızda ise,

Farkında bile olmadan,

Sağımızda-solumuzda bulunan herkesin secdesine kapılıyorduk.

Gaflet ve dalâlet kokan bir yaşayışla her türlü imani mecnunluğa,

Sosyal yaşantımızdaki ikilem ve kaoslara düşüvermemiz,

Bizleri bekleyen en iyimser tehlikelerdi..

 

Aykut Tanrıkulu

 


[1]Şualar / 15. Şua / El hüccet-üz Zehra / syf: 598 - 607

[2] Enbiya Suresi / Ayet 35

[3] Sünen-i Tırmizî / 4. cilt / Fitne Babları / 2274, 2275, 2276, 2277, 2278, 2307, 2308 no'lu hadisler

[4] Halbuki şu zaman cemaat zamanıdır, şahıs zamanı değil. Şahıs ne kadar dâhi ve hattâ yüz dahi derecesinde olsa, bir cemaatin mümessili olmazsa, bir cemaatin şahs-ı mânevîsini temsil etmezse, muhâlif bir cemaatin şahs-ı mânevîsine karşı mağlûptur. Mektubat / 29. Mektup / 7. Kısım / syf: 439

[5] Sünen-i Tırmizî / 4. cilt / Fitne Babları

[6] Evet, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ, mutlaka gayet kıymettardır. Hususan bid'aların istilâsı zamanında, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ etmek daha ziyade kıymettardır. Hususan fesâd-ı ümmet zamanında, Sünnet-i Seniyyenin küçük bir âdâbına mürâât etmek, Ehemmiyetli bir takvâyı ve kuvvetli bir imanı ihsas ediyor. Doğrudan doğruya Sünnete ittibâ etmek, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı hatıra getiriyor. O ihtardan, o hâtıra, bir huzur-u İlâhi hâtırasına inkılap eder. Hattâ en küçük bir muamelede, Hattâ yemek, içmek ve yatmak âdâbında Sünnet-i Seniyyeyi mürâât ettiği dakikada, O âdi muamele ve o fıtrî amel, Sevaplı bir ibadet ve şer'î bir hareket oluyor. Çünkü o âdi hareketiyle, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma ittibâını düşünüyor, Ve şeriatın bir edebi olduğunu tasavvur eder. Ve şeriat sahibi o olduğu hatırına gelir. Ve ondan, Şâri-i Hakikî olan Cenâb-ı Hakka kalbi müteveccih olur. Bir nevi huzur ve ibadet kazanır. İşte, bu sırra binaen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâı kendine âdet eden, Âdâtını ibadete çevirir, Bütün ömrünü semeredar ve sevabdar yapabilir. Lem'alar / 11. Lem'a / syf: 55

[7] "Fesâd-ı ümmetim zamanında, kim benim sünnetime temessük etse, Yüz şehidin ecrini, sevabını kazanabilir." İbni Adiy, el-Kâmil fi'd-Duafâ, 2:739; El-Münzirî, et-Terğîb ve't-Terhîb, 1:41; Taberânî, el-Mecmeu'l-Kebîr, 1394; Ali bin Hüsâmüddin, Müntehebâtü Kenzi'l-Ummâl, 1:100; El-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 7:282

[8] "A'dâ adüvvüke nefsükelletî beyne cenbeyk.." "Senin en azılı düşmanın, şu iki omuzun arasındaki nefsindir.." Hadis- i Şerîf  meali

[9] A'raf Suresi / Ayet 16 - 17

[10] Rivayette var ki, "Fitne-i âhirzaman o kadar dehşetlidir ki, kimse nefsine hâkim olmaz." Süyûtî, el-Fethü'l-Kebîr: 1:315, 2:185, 3:9; El-Hâvî Li'l-Fetâva: 2:217; Ebû Abdullah Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs: 1:266 Şualar / 5. şua / 6. Mesele / syf: 584


 

Yorum yazabilirsiniz.

Yorumlarınız onaydan sonra yayınlanacak olup eposta adresiniz sitede görünmeyecektir. Lütfen hakaret içeren sözler yazmayınız.
0.014 sn.