• A
  • A
27.05.2001
Sorgu

Kurtuluş Nerede?

Sevdiğim birinin "Allah bizi yaratmış ama bize hiçbirşey söylememiş" , "O yüzden bekleyelim ve ne olacaksa öldükten sonra görelim" sözleri karşısında irkilmiş, üzülmüş ve tüylerim diken diken olmuştu. Hiç değilse inkâr etmiyor demiştim içimden ama bu beni teselli etmeye yetmemişti. Çaresiz, dua ettim bu kişi için. Başka ne yapabilirim diye düşünürken onun gibi düşünen daha birçok kimse bulunduğunu farkettim. Ve düşünmeye başladım biz insanlar kurtuluşu nasıl bulacağız diye...

 

Allah bize peygamberler göndermişti ama birçok kişi için bu çok önemli değildi. Muhtemelen Hz. Muhammed (a.s.m)'nin taa eski zamanlarda, Araplar için ve o zaman ki meseleleri halletmek için geldiği düşünülüyor, belki de O'na inanılmıyordu. Kur'ân için ne düşünüyordu insanlar bilemiyorum ama; Kur'ân'ı çağdaş yorumlayan birilerinden dinleyerek, -Muhtemelen Kur'ân'ı açıp okumak yerine, nefse uygun hale getirilmiş kıvamda sunulan bir Kur'ân'ı tercih ediyordu bazıları- Kur'ân'ı çağa, dolayısıyla da kendi yaşantılarına uyduran büyük bir kesim bulunuyordu. İnkâr ise bir riskti, çünkü Allah'ın varlığına inanılmakla birlikte bir tereddüt, bir itiraz vardı. Eğer o varsa ve inkar edilirse son cehennem azabı olacak, eğer o yoksa ve hayatlarını O'na adarlarsa sahip oldukları tekşey olan hayatları ziyan olacaktı. O yüzden en güzeli etliye sütlüye karışmadan gündelik hayatı oyalanarak sürdürmek, hesap sorulduğunda ise "kimse bana birşey söylemedi ki!" demekti.

 

İslâm'ın en önmeli iki rehberinin böylesine gölgelendiği bir ortamda insanlar doğruyu nasıl bulacaklar, kurtuluşa nasıl ulaşacaklardı. Zihnim bu meseleye takılıp kalmıştı. Nasıl, nasıl, nasıl. "Bana kimse birşey söylemedi ki" bu kadar ucuz olamazdı vicdanı susturmanın yolu. Birileri anlatmalıydı bu insanlara gerçekleri. Bu ucuz bahane savuşturulmalıydı. Ama bu nasıl olacaktı?...

 

Bunlara üzülürken birilerinin her yerde avaz avaz, gözümüzün ve kulamığızın içine soka soka "Hayye alas -salâh, Hayye alâl-felâh" diye bağırıyor, haykırıyor olduğunu hatırladım. Hepimizin yakından tanıdığı ezandı bu. Doğduğumuz günden beri, gittiğimiz her yerde, hiç susmadan, hem de günde beş defa bize sesleniliyordu. Büyük bir Sultan' ın tellalları, halka Sultan' ı anlatıyor, insanlara uymaları gerekenleri bildiriyorlardı. "Sultanınız olan Allah büyüktür" diyorlardı, "O' ndan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammed (a.s.m)' ın O' nun elçisi olduğuna şehadet ederiz" diyorlardı. "Haydi namaza gelin, kurtuluş orada!" diyorlardı. Ve sonunda yine "Allah büyüktür" diyor ve "O'ndan başka ilah olmadığını" tekrarlayarak okudukları fermanı bitiriyor ve vazifelerini yerine getiriyorlardı. Ama maalesef anlayana sivrisinek saz anlamayana davul-zurna az misali bu çağrıya birçok kulak tıkalıydı, hatta bazılarımız yüksek sesle bağırdıkları için rahatsız olduklarını söyleyerek şikayet ediyorlardı bu kurtuluşu gösteren tellalları.

 

Belki de birçoğumuz bilmiyordu ezanın manâsını; ya da biliyor, fakat daha birçok şey gibi alışkanlılar grubuna atmıştık ezanı da. Üzücü olan ise fani hayatımızın yalnızca bir gününü etkileyecek ufak ayrıntılar için saatlerce kafa patlatan bizlerin, sonsuz, huzur dolu, rahat ve bolluk içinde bir hayat için bize yapılan bu çağrıyı anlamak için az bir zamanı ayırmıyor oluşumuzdu.

 

Sultan yapması gerekeni yapmıştı. Bir elçi göndermiş, insanların bilmesi gereken herşeyi O' nun vasıtası ile bildirmişti. Kullarının sorumlu oldukları herşeyi -Bir- kitapta toplamış ve o kitaba isteyen herkesin ulaşmasını sağlamış ve onu kimsenin değiştiremeyeceği biçimde muhafaza etmişti. Çeşitli zaman ve mekanlarda kendisine yakın olan kişileri gönderip insanlara doğruyu göstermişti. Ve dahası her bir yana tellallar göndererek, kendisinin nasıl bir Sultan olduğunu açıklatmış, gönderdiği elçinin doğruluğunu tasdik ettirtmişti. O, lüzum bulunan tüm davetleri yapmış, Kendisine gelecek tüm yolları açmıştı. Artık kimse bîhaber olduğunu iddia edemezdi, çünkü her yerde bu çağrıları duymuş ve anlamış olan birileri vardı. Bu kişilerin varlığı da oraya haber ulaştığının ve halkının verilen haberden sorumlu tutulacağının göstergesiydi.

 

"Kimse bana birşey söylemedi ki" demek mümkün değildi, çünkü Peygamberleri, Kur' ân' ı, Ezanı, Mürşidleri ve inanan insanları göndermekle Allah kullarına yolu ve kurtuluşu göstermişti. Doğruyu bulmaksa tabi ki bu kadar kolay değildi, çünkü yolun üstünde şeytan, enaniyet, ahir zaman, deccaller, fitneler, bütün çekiciliğiyle dünya hayatı ve daha nice engeller vardı. Ancak gerçek olan şu ki, eğer doğru yolu bulamayışımız için bir sorumlu aranacaksa o kesinlikle Allah (c.c) olamazdı. Sorumluluk O' nu arama ve bulma çabası içerisinde olmayan bizlerdeydi.

 

"O aramakla bulunmaz ama O' nu bulanlar arayanlardır."diyordu Blaise Pascal...

 

Yorum yazabilirsiniz.

Yorumlarınız onaydan sonra yayınlanacak olup eposta adresiniz sitede görünmeyecektir. Lütfen hakaret içeren sözler yazmayınız.
0.006 sn.