• A
  • A
08.11.2009
Sorgu

Mâna...

Anlamın, anlamanın zorluğunun kaynağını irdelemeye başladığım bir dönemde karşıma çıkan iki mesele adeta kolumdan tuttu. Aynı mevzuya farklı açıdan yaklaşmamı sağlayan iki farklı kapı. Ve beraberinde getirdiği sorular. Bunlardan ilkini, Saklı Gündem'deki 'saklı' kalmış ya da ertelenmiş şiirleri okumaya başladığımda farkettim. Bazı şiirleri defalarca okumama ve şiirler Türkçe olmalarına rağmen dönüp dönüp tekrar çabalıyordum. Ama netice aynıydı ve ben hala anlamıyordum. Durdum ve  düşündüm. Nasıl oluyorda düz yazıda kolaylıkla anlaşılabilen cümleler, mısralara ve dizelere dönüştüğünde bu kadar içinden çıkılmaz oluyordu?

 

İşte bu noktada düğümler kısmen çözülmeye başladı. Ve gördüğüm şey, anlamanın tek bir boyutu olmadığı idi. Bu eylemin farklı yollarla ve kanallarla gerçekleştiği gerçeği ayan beyan ortadaydı. Yazının bu iki türü, şiir ve nesir bir anlamda çıktığım bu kısa yolculukta eşlik etmişlerdi bana. Şiire olan uzaklığımı, bahsi geçen şiirleri okumaya başladığımda yeniden gözden geçirme durumu hasıl oldu kendiliğinden. Yazının bu türü bana ve belkide birçoğumuza neden bu kadar yabancı ve uzak? Neden bugüne kadar okuduğum şiir sayısı bir elin parmaklarından fazla değil?

 

Gerçi şiiri düz yazı gibi anlamak kolay değil, belki de sorunun kendisi bu. Çünkü şiiri okurken veya dinlerken yaşadığım anlama zorluğu, ilgiyi ve okumayı azaltan şey. Bu durumun dil hakimiyeti ile de doğrudan bir bağlantısı olmadığı aşikâr. Bir yabancı dilde bile düz bir metni okurken o dile az çok hakimiyeti olan biri ne söylemek istendiğini kolayca anlayabilir. Ama şiirde durum neredeyse tam aksidir. Ciddi bir dil hakimiyeti bile sizi yarı yolda bırakabilir.

 

Tüm bunlar aklımdan geçerken şu saklı kalan şiirleri bir de farklı yoldan okumayı denedim. Şiiri yazarını az çok tanıyordum. Acaba bu benim için bir çözüm yolu olabilir miydi? Öylede oldu, şairin şiire yansıyan hissiyatı, coskusu, üzüntüsü benim bildiğim kişininkinden farklı değildi. Bunu yazan benim diyordu adeta. Ve hemen akabinde anlamanın bana göre en önemli boyutu kendini ortaya koyuverdi. Anlamanın yolu, tanımaktan ve yerine koyabilmekten geçiyordu bu gidişata bakılırsa. Elbette bu anlayabilmenin farklı yollarından sadece biri. Fakat büyük bir aşaması diyebilirim. Hayatımın geriye kalan kısmı da bundan farklı değildi. Baktığım zaman islamiyeti tanımaya başlamakla başlamıştı anlamanın derinliği, birçok şeyin değeri ve anlamı... Ve yine, tanımadan anlamanın imkansız değil ama zor olacağı gerçeği ile yüz yüze geldim.

 

Yine bu dönemde gözüme tesadüfen ilişen bir söz artık kaçacak yerin yok diyordu. Bu işi şimdi burada halletmeden bir yere gidemezsin dercesine. Goethe bir sözünde "İnsan anladığını duyar." diyordu. Üzerine ciddi yorumlar yapılabilecek bir sözdü. Sağlıklı her insanın sahip olduğu bir yetiden bahsediyordu. "Duymak" doğal olarak gerçekleşen bir eylem. Ama, Goethe bu eylemin anlama olmadan gerçekleşemeyeceğinden dem vuruyor. İlk bakıldığında zihni yoklayan şey bu. Fakat ikinci ve diğer yoklamalarımda yine anlamanın derinliği karşıma çıkmıştı burada da. Her halukarda duymak mümkündü ama anlayarak duymanın tadı başkaydı. Kendi dilinizde olmamasına rağmen melodisi çok hoş olan ve severek dinlediğiniz bir müziği bir de anlayarak dinlediğiniz zamanki lezzetten farklı değildi bu.

 

Yıllarca uzak olduğum şiir, hakikaten kolumdan tuttu, yol gösterdi ve anlattı. Ben de bu sefer onu can kulağı ile dinledim. Kim bilir, belki de böylesine uzaklaşmalar zamanla yakınlaşmayı beraberinde getirir. Gerçekte gözardı ettiğimiz şeyler, gözümüzün açılmasına, soruların cevap bulmasına vesile olur. Yeter ki aralanan kapıları, "Nasıl olsa anlayamam!" diyerek kendi elimizle kapatmaya çabalamayalım.

 

Yorum yazabilirsiniz.

Yorumlarınız onaydan sonra yayınlanacak olup eposta adresiniz sitede görünmeyecektir. Lütfen hakaret içeren sözler yazmayınız.
İbrahim 09.11.2009 00:31:36 civarında dedi ki:
Kardeşim, öncelikle tebrik ediyorum. Yazılarının devamının gelmesi duasıyla... "Allah, size düşünüp, tutasınız diye öğüt veriyor." (Nahl/90) Alla(c.c.) insandan, mekanik bir itaat beklemiyor, bilakis düşünmesini ve 'tefekkür' yoluyla doğruya yönelmesini istiyor. bu pencereden bakınca 'Mana' insanın erişmesi beklenen çok yüksek bir amaç olarak çıkıyor karşımıza. Böylece, 'anlama çabası'nın çok kıymetli bir uğraş olduğunu görüyoruz. Muhabbetlerimle...
0.007 sn.