• A
  • A
26.01.2016
Kavram

Merhamet

Öteki

Haberlerden bihaberim, son iki yıldır televizyon izlemiyorum, dolayısıyla haber izlediğim de yok. Zaten izlemeye gerek de yok, bir şekilde duyuyorsunuz olanı biteni. İtina ile uzak durmaya çalışsanız da başaramıyorsunuz; içinizi acıtan hemen her şey gelip doluyor kulaklarınıza. İnternette bir kelimeyi taratırken dökülen resimlerde bedensiz başlar, başsız cesetten yığınlar görüyorsunuz. Duyduklarınız bile yüreğinizi kanatmaya yeterken görmek nasıl bir etki oluşturur? Bir de bu felaketin ortasında olduğunuzu düşünün. 

Suriye! Toplumsal ve bireysel trajedinin iç içe yaşandığı bir diyar şimdilerde. Suriye'de yaşanan bu trajedinin tam anlamıyla sınırında kalan bir şehirde büyüdüm. Oraya her gittiğimde dolayısıyla tanık olduğum bir gerçektir bu acı. Tebessümle çözülen bir yüzdeki derin izleri, gözlerin derinliklerinde katılaşmış kederi bilir misiniz? Hayat mecburen devam eder, o insanlar da sevinir ya da üzülür; ihtiyacı olan bir şeyin peşinde koşar bazen. Ama hangi halde ve nerede olursa olun o hüzün ruhunun derinliklerine çakılmış durumdadır. 

En sevdiğinin cesedinin kenarında, onun yasını dahi tutamadan kendi ölümünden korkarak oturmak nasıl bir duygu yerleştirir insanın ruhuna? Kendi ülkeni terk etmek zorunda kalmak, dışarıdaki kediyi, duvardaki çatlağı, yatağını, aynanı, kendinle özdeşleştirdiğin her şeyi bırakarak geride yalnızca kendini alıp gitmek, yani tanımsızlık nasıl bir histir? Düne kadar kendine yeten, sevdiğin ve sevildiğin bir ortamda onurunla yaşadığın bir hayatın varken, sığıntı olmak, yardım kabul etmek, hatta o yardımın peşine düşmek, elini açmak; dilini bilmediğin bir diyardaki bakışların üzerinde yoğunlaşması, öteki olmak, kendini anlatamamak nasıl bir duygudur? 

Kahrolası bombalar! 

Düştükleri yerde sokakları yok etti, bedenlerini parçaladı insanların; parçalayamadıklarının da ruhlarının​paramparça etti ve tanımsız bıraktı onları. Hafızanı yitirmek gibi, kendini tanımlayamamak gibi bir şey olsa gerek bir daha göremeyeceğini bilmek onu, asla dolaşamayacağını bilmek artık o eski sokaklarda...

Ötekileştirmek

Paramparça edilip atılmış bedenlerin vicdanımda açtığı derin bir yara, içimde kıvranıp duran bir sancı, öylece oturuyorum. Bir bebeği düşünüyorum; Allah'ım ne kadar da masum! Bu gün bu zulmü yapanlar da masum değil miydi bir zamanlar? Bebek gibi masum bir varlıktan bir katil, merhametle büyüyen bir varlığın içinden bir zalim nasıl çıkabilir? İnsan gibi bir varlıktan böyle bir vahşet nasıl sâdır olabilir?

İnsan doğarken masum da olsa, sonuç itibariyle insandan daha vahşi bir varlık yok şu âlemde. Kendi soyuna bu kadar düşman başka bir tür görülmemiştir yeryüzünde. Nedenini bilemesem de canlılar arasında yalnızca insan yaşamında görülen, insana özgü bir genelleşmiş eylem biçimidir zulüm. "Doğrusu insan gerçekten zalim, gerçekten cahildir."Ahzap Sr. 72

İçimde kıvranan, içinde kıvrandığım acı, geçmişten bir izi adeta canlandırıcasına gözlerimin önüne getiriyor. Hayalim ellerimden tutup çocukluğuma götürüyor beni...

Sokakların yerini henüz caddelerin almadığı zamanlardı. O günlerde sokakların en önemli işlevi arabalara park yeri ve geçiş imkanı vermekten öte, çocuklara yaşam alanı sağlamaktı elbette. O sokakların sakinleri yalnızca biz değildik, başka sakinleri de vardı ufak tefek. Aşağıda kediler, yukarıda kuşlar...

Bir de karıncalar; küçük büyük, açık koyu sürülerce karınca. Bir kısmı aşırı düzenli, askeri bir disiplin içerisinde, gidiş ve geliş yönleri aynı çizginin iki yanı olacak şekilde, mümkün mertebe tek sıra ve sakin hareket ederdi. Diğer bir kısmı daha büyüktü, çarpık bir düzen içerisinde ve kısmen yayılarak bir şeyler ararlardı sürekli olarak. Bir de atlı karıncalar vardı, arka bacakları ön bacaklarından daha uzun, olanca hızıyla koşarak hareket ederken ansızın durarak etrafı yoklayan, tatlı, tuzlu, etli ne bulurlarsa telaşla yuvalarına taşıyan şirin mahluklardı bunlar.

Karıncalar küçüktü belki, ama sanırım biz zihnen karıncalardan da küçüktük. Tanımlar net ve nedensizdi o günlerde; tartışmasız kabul edilir, sorgulanamazdı. Sorguladığınız zaman alacağınız cevap önceki tanımın tekrarından ibaretti. Minik karıncaları dost kabul etmişti arkadaşlarımın bir kısmı; elbette şu büyük olanlar da düşmandı. Dost karıncalara ikramda bulunduklarını görmedim ama atlı karıncaları büyük bir hınçla tepelemelerine defalarca tanık oldum. İtiraz ettiğimde aldığım cevap ise malum: Düşmandı onlar ve ölmeleri için başka bir nedene gerek yoktu, gerekçesiz yok edilmeleri gerekiyordu.

Zihnimin ve vicdanımın asla kabul etmediği bir durum oldu bu. Bunlar neden dost, şunlar niye düşman, anlayamadım. Onlara katılmadım ama zihnen ben de onlar kadar küçüktüm. Gerekçeli bir itiraz getirip durduramadım onları...

Aradan yıllar geçti; üniversite yıllarında insanlardaki tanımların geliştiğine şahit oldum ama özü büyük ölçüde değişmedi bu tanımların. Bu sefer aynı ötekileştirme, aynı nedensiz düşmanlık ırkçı milliyetçilik, konum, eğitim ya da ekonomik durum farklılığından kaynaklanan ayrımcılık olarak çıktı karşıma. Eğitimin artması da etkili değildi ötekileştirmenin üzerinde; eğitim seviyesi yükseldikçe fikirsel ayrımcılık ön plana geçiyordu sadece. 

Ötekileştirme sürecinde de gelişim vardı çocukluğuma oranla. O zaman doğrudan yapılan ötekileştirme artık daha dolaylı yollardan, psikodinamik bir süreçten geçirilerek yapılıyordu şimdi. Ötekinin yaşama hakkı ortadan kaldırılırken ortaya gerekçeler konuluyor, bu gerekçeler toplumsal bir zemine oturtulmaya çalışılıyordu. Ama ötekileştirme hız kesmemişti ve temel gerekçe ötekinin farklılığından, farklı düşünmesinden başka bir şey değildi. Her fikir grubu için geçerliydi bu durum. Haklılık en büyük engeli teşkil ediyordu farklılığa tahammülün önünde. Kendi görüşünde küçücük bir haklılık yakalayan ‘algının göreceliliği'ni unutuyor ve faşizan bir üslupla herkesin kendisiyle aynı açıdan bakarak kendisini onaylamasını istiyordu. Haklılığı onaylayanlardan eylem bekleniyor, insanlar görüşe destek verip vermediklerine, eğer destek veriyorlarsa bu desteğin derecesine göre kategorize ediliyor, haklılığı reddeden ya da aynı alanı paylaştığı halde onlara katılmayarak rekabet oluşturanlar ise acımasızca ötekileştiriliyor ve düşman ilan ediliyordu.

Aradan yine yıllar geçti, çıkışa bir parça daha yanaştığım bu günlerde psikodinamik süreç yerini kanlı zulümlere bırakmaya başladı. Ötekileştiren söylemler, merhametsiz eylemler doğurmada şimdi. Her grup, gücü elinde tutan her kesim kendi görüşünü mutlaklaştırmada ve ötekinin yaşama hakkına ilişmede yarışıyor adeta. Ötekinin yaşama hakkına iliştiğini düşünmüyor çünkü, bu hakkın kendisine ait olduğu konusunda şüphesiz bir inanca sahip. Ötekinin böyle bir hakkı olduğunu kabul bile etmiyor. Çünkü ötekileştirme bir ‘yüzsüz'leştirme eylemidir. Ötekileşenin özgün bir hayatı yoktur, sıradan ve değersizdir. Yeri doldurulabilir, hatta dolmasa da olabilir, onun gidişi bir boşluk bile oluşturmayacaktır hayatta. Onu seven ve acısını çekenlerin de bir önemi yoktur. Kuzusunu kestiği koyunun melemesi kasap için can sıkıntısından başka bir şey değildir. Öteki değersiz değil miydi? Bir bıçak da ona atarsın olur biter.

Madem ötekidir, artık merhamete gerekçe kalmamıştır. Onları gördüğünde yüzünü buruşturabilir, onlardan iğrenebilirsin. Arkadaşlarımın karıncalara yaptığı muamelenin aynısını yaparsın onlara. General çizmelerinle çiğneyebilirsin onları; başlarına bomba yağdırabilir, beyinlerini patlatabilirsin. Onları köleleştirebilir, istediğin gibi kullanabilirsin. Yaşamak senin için bir hak iken onlar için senin bir lütfun olur. Öyleyse gerektiğinde bu lütuftan vazgeçip, çocuklarının organlarını söküp alabilir ve kendi yaşam kaliteni artırmak için kullanabilirsin. İlaç deneylerini onların üzerinde yaparsın meselâ, üstelik bunu bir lütuf gibi de sunabilirsin. Merhamet gösterilmeye layık olmayana yapılan herhangi bir acı verici yada tüketici muamele için vicdanını sızlatmana gerek yok, bu zaten normal bir olaydır, zulüm değil. Zulüm sana yapılan hoşlanmadığın muamelelerin tümüdür. Hatta hakkın olan saygıyı bile göstermemeleri senin çizgiyi geçmen için yeterlidir. Bu durumda sen onların şehirlerini kuşatıp evlerine kadar girebilir, kızlarına tecavüz edip oğullarını gözlerinin önünde kurşunlayabilirsin. Senin yaptığın her eylem normal, onların nefes almaları bile suçtur. 

Senin köpeğin bile onların layık olduğundan daha fazlasına layıktır; çünkü o sana yakındır, değeri de bu açıdandır. 

Sorun yok, rahat olabilirsin... 

Ötekileşmek ya da Merhamet

Rahat olabilir misin? Eğer insan isen hayır! 

İnsanı insan yapan temel değerlerde bir azalma olmadıkça ötekileştirmeye, yani yaşantınızı onunla kesiştirmeyi istememeye, sosyal alan sınırları dahilinde kesişiyorsa eğer, bilinçli bir izlemeye dönüşmedikçe kesişim alanından onu zorla çıkarmaya hakkınız yoktur. Hatta size bir haksızlığı olmadıysa onu görmek istemediğinizi hissettirmeye dahi hakkınızın olduğunu düşünmüyorum.

Bir ‘şey'i o' şey' yapan değer, temel değerdir. Bundan sonrası olsa olsa süstür, lükstür. Bir arabanın rengi onun ‘araba' olma özelliğine katkıda bulunmaz. Ama tekerleri araba olma özelliğine katkıda bulunur, tamamlar; dolayısıyla tekeri olmayan bir araba için ‘tam bir araba' demek mümkün değildir. O eksik bir arabadır. Yazmayan bir kalem, görüntüde kalemdir. El, ayak, göz, beden, arzu, şehvet, öldürme dürtüsü, vahşet ya da o türe has bir çeşit zeka insan olmayan diğer varlıklarda da vardır. Öyleyse insan nedir? İnsanı diğer tüm canlılardan ayıran en temel özellikler nelerdir? İnsan kendisini doğrudan ilgilendirmeyen alana ilgi duyan, görünen ya da bilinen diğer tüm mahlukattan farklı olarak ihtiyaçları kendisi ile sınırlı olmayan, yani ‘kendine aşkın' bir varlıktır.

Öyleyse insanı insan yapan temel değerlerin içerisinde merhamet, adalet, kerem, vefa gibi kendine aşkın erdemler şu veya bu şekilde yerini alırken; ırk, dil, din, ten rengi, fiziki duruma ait herhangi bir şey, eğitim, ekonomik durum veya sosyal konum gibi doğrudan bireysel varlığı ilgilendiren özellikler insanî değerlerden bağımsızdır. Daha zengin ya da daha fakir biri için insani açıdan değerlendirilme yapılamaz. Ten rengi, ırkı, uyruğu sizinkiyle aynı olmayan ya da şu dini tercih eden, yahut sosyal konumu farklı birine daha  az veya daha çok 'insan' diyemezsiniz. Eğer diyecek olursanız, ya da eylemlerinizle bunu ifade edecek olursanız, sizin insanî değerlerden mahrum olduğunuzu söyleme hakkını adil insanlara vermiş olursunuz. 

Madem ki merhamet, adalet, vefa, kerem gibi değerler temel insanî değerlerdir. Dolayısıyla bu değerlerdeki azalma insaniyetin azlığını gösterecektir. Öyleyse zulmeden biri için ‘insaniyetten mahrum biri' denebilir. Kendisine dokunmayacak bir yardımı bile esirgeyen birine ‘o insan değil' yakıştırması yerinde kaçabilir. Kendine aşkın olmayan bir insan için en azından ‘daha az' ya da ‘eksik bir insan' dense yanlış olmayacaktır.

Kendine aşkınlık, ötekileştirmenin zıddına, kendini aşarak ötekileşmektir. O'nun çektiği acıyı yüreğinde hissedebilmek, o acıyı ortadan kaldırabilmek, en azından azaltmak için endişe edebilmektir. Bu  ise merhametin ta kendisidir. 

Öyleyse gel arkadaş.. hayvanları dahi utandıracak bir vahşette değil, insaniyette yücelmek, merhameti yüceltmek istiyorsak eğer;

Ötekileştirme, ötekileş!

 

Yorum yazabilirsiniz.

Yorumlarınız onaydan sonra yayınlanacak olup eposta adresiniz sitede görünmeyecektir. Lütfen hakaret içeren sözler yazmayınız.
0.009 sn.