• A
  • A
14.04.2011
Eleştiri

Nazan Bekiroğlu'na

Sevgili Nazan Hanım,

 

Kusura bakmayın el yazımla yazıp size postayla göndermem belki daha doğru olurdu bu yazıyı. Ama hani Nun masallarında anlattığınız hattat gibi sadece padişahın yani sizin değil herkesin okumasını istedim bu yazıyı. Hattat şanssızdı padişah dışında kimse anlamadı kimseye anlatamadı hikayesini ama bu yazıyı okuyan herkesin beni anlayacağına inanıyorum. Keşke kelimelerim daha güçlü olsaydı, oysa her an vaz geçebilirim yeterince iyi olmadığını düşünerek. Tıpkı Bursa kitap fuarında size getirdiğim hediyeyi vermekten vazgeçtiğim gibi.

 

İstanbul'dan gelmiştim sırf sizi görmek daha doğrusu gerçekten var olduğunuzu anlamak için. Gözlerinize bakmam ve orda kendimi görmem gerekiyordu, ancak gözlerinizde görürsem kendimi, sizin ve benim ayrı insanlar olduğumuza inanabilirdim. Ben birkaç ay öncesine kadar varlığınızdan bile habersizdim. Ne adınızı duymuştum ne yazdıklarınızı okumuştum. Ama Mustafa Ulusoy'u okumak için başladığım Zaman gazetesinde sizi keşfetmek inanılmaz oldu benim için. Vesileler arka arkaya geldi ve ben kitaplarınızla baş başa kaldım bir anda. Esin kim Nazan kim şaşırdım. Benim cümlelerimdi yazdıklarınız, benim duygularımdı dile getirdikleriniz. Daha fazla okuyamadım, tıkandım. Kendimden kaçarken kendime yakalandım yazdıklarınızda...

 

nazan bekiroğlu

Bursa'ya gelirken bu kadar kalabalık olacağını hiç düşünmemiştim. Oturup bir çay bile belki içeriz diye hayal etmiştim. Ama baktım ki ben geç kalmışım sizi tanımakta başkalarıysa erken bulmuşlar. İki saatim vardı dönüş otobüsüne binmek için ben de pergelin merkezine sizi koyarak dairemi çizdim, dolaştım fuarı ama sizin kalabalığınız hiç bitmedi. Giderken artık sıranın önüne geçerek bir veda cümlesi kurdum, gözlerinize bakarak. Ama kendimi göremedim o gözlerde tüm isteğime rağmen. Sonra anladım neden göremediğimi, o yılan gibi kıvrılan ve sonu görünmeyen sıradaki herkes girmişti gözlerinizin içine ve siz bırakmamıştınız hiçbirini. O kadar doluydu ki gözleriniz, o kalabalığın içinde kendimi tanımam olanaksızdı. Ama ordaydım. Artık anlamıştım yazdıklarınızın neden bu kadar tanıdık geldiğini. Sıradaki onca insan da benim gibi düşünüyor olmalıydı. Ah insanoğlu ne kadar bencil, severken bile kendisini en çok seveni tercih ediyor. Şefkatiniz o kadar belirgin ki hem kaleminizden hem yüzünüzden taşıyor. Bengisu gibi içmeye geliyoruz koşa koşa... Ama siz bizi tanımadan nasıl bu kadar seviyorsunuz Nazan Hanım... Bunun sırrı nedir?

 

Yok yok cevap vermeyin lütfen. Kendim bulmalıyım sorumun cevabını. Önce kim olduğunuzdan başlamalıyım...
"3 Mayıs 1957, Trabzon.
Dört yıllık üniversite hayatı hariç hep bu kentte yaşadı. Bulut. Deniz. Yağmur.
Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimini Erzurum'da aldı. Kar. Rüzgar. Ova
Halide Edip'le doktor,
Nigar Hanım'la doçent.
Şimdilerde Trabzon, KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi'nde Profesör. Suyun kıyısında.
İki kız çocuğuna anne.
Görünürdeki hayatı bundan ibaret."

 

Sizin kelimeleriniz bunlar, kitaplarınızın girişinde okuyucularınızı karşılayan. Bir şiir tadında kısa yazılmış ama dahası var imasıyla biten. Görünürdekinin perdesini kaldırıp altındakini görmek ise biz okuyuculara bırakılmış sanki.

 

İşte kitaplarınız, hepsi masamın üzerinde duran 10 kitap... Elimi uzatıp ilk kitabınızı alıyorum Adı "Nun masalları". Anlaşılan siz de benim gibi masalları seviyorsunuz. Kitabın bir yerinde "Masal öldü. Masaldan güzel olduğu kimselerce fark edilmeyen gerçek. Hiçbir şey kalmadı geriye. Bir büyük boşluk kaldı geriye."deseniz de sevdiğinizi biliyorum. Yoksa bu güzellikte masallar nasıl ortaya çıkardı. Yüzü çizgileriyle güzel karısı olan hattatı, içinden şiirsiz geçilemeyecek derinlikte gözleri olan Enderun ağasını ve onu, gecenin tam orta yerinde biri usulca dokunmuş gibi uyanıp her gece izleyen genç kalfayı dahası kalfaya umutsuzca aşık mezarlık bekçisini ve diğerlerini nasıl anlatabilirdiniz ki...

 

Masal içinde masal biraz da çaresizce... Bütün terk etmek isteğinize rağmen bırakamayışınız masal kahramanlarınızı ise bunun sebebi. Hele hattatı. Oysa ben şahidim diğer bütün okuyanlar gibi hattattan kurtulmak için nasıl mücadele ettiğinize. Zordu, çünkü hattat sizdiniz. "Bütün güzelliklerimi yüklemeye çalıştığım, kendimden, kalıcı bir şey, eskimeyen ve tükenmeyen bir şey, sürekli güzelleşen bir şey, bir ışık, bir tanrı yaratmaya çalıştığım halde ortaya sadece eti, kemiği, zaafları ve günahlarıyla bir insan çıktı."diyen siz. Oysa neler ummuştunuz sayfalar süren serzenişlerinizde anlattığınız üzere. Hattata "Terk edecek başka kimsem olmadığı için seni terk edeceğim" deyişiniz önce içimi acıttı sonrasında ise belki de "ben" likten sıyrılmaktan söz ettiğinizi düşününce cümlenin anlamı değişti. Aslında yazdıklarınızda bu hep vardı, okurken iki defa düşünmeye çağırır gibisiniz bizi. O yüzden "Beni kimseler anlamadı. Ne mahcup bir üniversiteli genç çaldı kapımı bir akşamüzeri, ne anlat ben dinliyorum, diyen bir ses geldi kulağıma uzaklardan. Ne de dinle sana anlatıyorum, diyen."sözleriniz daha bir anlam kazandı zihnimde.

 

Nun masalları yani ilk kitabınız 1997 yılında yayınlanmış büyük ihtimalle de daha önce yazılmış olmalı bu duygular. Belki o zamanlar için bir yalnızlık, bir anlaşılamama endişesi olabilirdi ama en son Bursa'da okuyucularınız olarak ispatlamış olmalıyız yalnız olmadığınızı. Hem sordum, sizin bütün imza günleriniz böyle kalabalık olurmuş... Sonu görünmeyen bir sevgi selinin ortasına alırlarmış okuyucularınız sizi...

 

Ama anlatmaya çalıştığınız derinlerde yaşadığımız yalnızlık ise onun kaçınılmaz olduğunu zaten biliyor olmalısınız. Her şeyden daha gerçek ve herkesin içinde olan o ıssızlığa ne yazık ki bu güne kadar kimse dokunamamış. En azından yeryüzünde. Ne ben sizinkine ne siz benimkine dokunabilirsiniz bu anlamda. Belki de bu derin yalnızlıktır kaleminizi harekete geçiren, öyleyse şükretmek lazım o yalnızlığa, sizi bize kazandırdığı için...

 

Tekrar aldım kitabınızı elime. Amacım Nun masallarını daha detaylı anlatmaktı ama istediğim kadar olmadı. Masallarınız izin vermedi buna. Nasıl bir şiiri anlatamazsanız, her biri şiir tadındaki bu masalları da anlatmak olmazdı. Ama iki defa okudum kitabınızı. İlkinde mavi tükenmez kalemle altını çizdim, ikincisinde kırmızı kalemle. Baktım kitabın dörtte üçünün altı çizilmiş. Değil bir masalı öbüründen, hiçbir cümleyi diğerinden ayıramadım. Çaresizlikle bakınırken çevreme penceremden ötesine sahile bir gemi yanaştı. Anlattığınız masal gemisi olmalı ama bu sefer son padişahı ve şehzadesini almaya değil sizi bana getirmek için yanaştı sahile. Güz değil bir bahar akşamıydı, belki evimin bahçesinde filbahri ağacı da yoktu ama elma ve erik ağaçları çiçek çiçek açmışlardı sizi karşılamak için... Konuk oldunuz odama, sizin şair Nigar Hanım'a yaptığınız gibi ben de sizin dizlerinize başımı dayadım. Şefkatli elleriniz saçlarımda dolaşırken Nun masallarını bir de siz anlattınız bana. Her şey durdu. Uyudum...

 

Yorum yazabilirsiniz.

Yorumlarınız onaydan sonra yayınlanacak olup eposta adresiniz sitede görünmeyecektir. Lütfen hakaret içeren sözler yazmayınız.
Şenol Tanju 10.09.2011 11:46:58 civarında dedi ki:
Harikulade bir tecessüs, sanırım Nazan Bekiroğlu bile kendini böyle anlatamazdı...
sara 19.04.2011 23:38:30 civarında dedi ki:
Çok güzel anlatmışsınız duygularınızı, kaleminize sa(ğ)lık..
0.020 sn.