• A
  • A
25.03.2010
Nazım

Ölüm ânı önceden belirlenmiş midir?

 

Ölümcül Hastalık Yoktur - I adlı yazınızda,
‘Ecel muayyen değil, mukadderdir' diyorsunuz.
Oysa risalelerde;
‘Hakikatte ecel muayyen ve mukadderdir' olarak geçiyor.
Bu meseleyi açar mısınız?

Bir şeyin muayyen olması,
Onun açık, belli, aşikar hale gelmesi demektir.
Ölüm ânının muayyen olması,
Yada onu gayr-ı muayyen (görünürde belirsiz) bırakma meselesi;
Mutlak ve muallak olmak üzere ikiye ayrılarak incelenmelidir.
Kader canibinden bakınca,
Ecelin zahiren gayr-ı muayyen olması, [1]
Beş bilinmeyenlerden kaynaklanan bilinememezlikle alakalıdır.
Mugayyebat-ı hamse, beş bilinmeyen demektir; [2]
Kıyametin ne zaman kopacağı,
Yağmurun ne zaman yağacağı,
Rahîmlerde olanın ne olduğu,
Kişinin yarın ne kazanacağı,
Ve kişinin nerede, ne zaman öleceğini bilememesi durumudur.
Şu beş mesele,
İnsanın mutlak bir muayyenlik makamına çıkamadığını,
Ve onların ne olduklarını önceden bilemediğini göstermektedir.
Dolayısıyla ölüm ânıyla ilgili olarak,
Ecel-i muallak denen gerçekleşmesi belli şartlara bağlı, [3]
Bir müphemlik / belirsizlik hali söz konusudur.. [4]
Ki, Allah-u Teala (c.c) sayısız hikmete binaen,
İnsanın ecelini zahiren gayr-ı muayyen bırakmıştır. [5]

İlahi perspektiften bakınca ecel muayyendir.
Bu durum mutlak bir muayyenlik halidir.
Fakat insanın şu hakikati perdesiz müşahedesi söz konusu değildir.
Zira öyle olsaydı,
Ömrün yarısı mutlak bir gaflet ile ahireti unuturcasına geçerdi.
Diğer yarısına gelindiğinde ise,
Her gün ölüme bir adım daha yaklaşmaktan kaynaklanan,
Dehşetli bir korku ve stres ile ömür zayi olup giderdi.

Mahlukat düzleminden bakınca ecel muayyen değildir.
Zahiren gayr-ı muayyendir / belirlenmemiş durumdadır.
Hangi olayın ecel ânına denk geleceğini önceden kimse bilemez.
Ölüm olayının,
Allah'ın onayıyla ve bilgisiyle gerçekleştiği vurgulanır sadece.
Bunun da gerçekleşmesi belli hazırlık şartlarına bağlıdır.
Bir tür ilintilendirilmiş / şarta bağlı kader söz konusudur.
‘Sadaka vermek ömrü uzatır' sözü bu hakikate güzel bir örnektir.
Yani, atâ kanunu devrededir.. [6]

İlgili yazıda geçen ‘ecel muayyen değil mukadderdir' sözü,
‘İnsan açısından öyledir' anlamındadır.
Mutlak hakikat ve İlahi perspektiften bakınca,
Ecel hem muayyendir hem de mukadderdir.. [7]
Amenna..

Dip Notlar:

[1]. ‘Hakikatte hem ecel muayyen ve mukadderdir,
Hem rızk herkese göre bir taayyün (belirlenmişlik) içinde,
Mukadderat (takdir edilmişlik) defterinde kayıt edilmiştir.
Fakat gayet mühim bir hikmet için,
Hem ecel, hem rızık perde-i gaybda (bilinemezlik perdesinde),
Ve müphem (belirsiz),
Ve gayr-i muayyen (önceden belirlenmemiş),
Ve zahiren (görünürde) tesadüfe bağlı gibi görünüyor..'
Şualar / 15. Şua / 2. Makam / Yedinci ve Sekizinci Delil / syf: 561

[2]. ‘Kıyamet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah'ın katındadır.
Yağmuru O yağdırır,
Rahimlerde olanı O bilir.
Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez.
Yine hiç kimse nerede öleceğini bilemez.
Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır..'
Lokman Suresi / Ayet: 34

[3]. Abdullah Efendi gibi bazı adamlar,
Ehl-i keşiften rivayeten (nakledilen),
Bu geçen Ramazan'da,
Ehl-i Sünnet ve Cemaat için bir ferec (kurtuluş),
Bir fütuhat (galibiyet) olacağını haber verdikleri halde,
Zuhur etmedi (gerçekleşmedi).
Böyle ehl-i velâyet ve keşif neden hilâf-ı vâki (gerçeğe aykırı) haber veriyorlar?
Benden sordular.
Ben de, birden,
Sünuhat (içe doğma) kabilinden olarak verdiğim cevabın muhtasarı (özeti) şudur:
Hadis-i şerifte vârit olmuştur ki (nakil yoluyla anlatılmıştır ki),
"Bazen belâ nâzil oluyor (iniyor);
Gelirken karşısına sadaka çıkar, geri çevirir."
Şu hadisin sırrı gösteriyor ki,
Mukadderat (başa gelecek olanlar),
Bazı şerâitle (şartlarla) vukua gelirken geri kalır.
Demek, ehl-i keşfin muttali (haberdar) olduğu mukadderat mutlak olmadığını,
Belki bazı şerâitle mukayyet (kayıt altında) bulunduğunu,
Ve o şerâitin (şartların) vuku bulmamasıyla (olmamasıyla),
O hadise de vukua gelmiyor.
Fakat o hadise,
Ecel-i muallâk (gerçekleşmesi bazı şartlara bağlı olan ecel) gibi,
Levh-i Ezelînin bir nevi defteri hükmünde olan Levh-i Mahv-İspatta,
Mukadder olarak yazılmıştır.
Gayet nadir olarak Levh-i Ezelîye kadar keşif çıkar.
Ekseri oraya çıkamıyor..
Lemalar / 16. Lema / syf: 106

[4]. ‘Zîrâ, ecel-i insan muayyen olsa,
Yarı ömrüne kadar gaflet-i mutlaka,
Yarıdan sonra darağacına adım adım gitmek gibi bir dehşet verecek.
Halbuki âhiret ve dünya muvâzenesini (dengesini) muhâfaza etmek (korumak),
Ve her vakit havf (korku) ve recâ (ümit) ortasında bulunmak maslahatı,
İktizâ eder ki (gerektirir ki),
Her dakika hem ölmek, hem yaşamak mümkün olsun.
Şu halde mübhem (belirsizlik) tarzdaki yirmi sene mübhem (belirsiz) bir ömür,
Bin sene muayyen (önceden belirlenmiş) bir ömre müreccahtır (üstündür)..
Sözler / 24. söz / 3. Dal / 8. Asıl / syf: 309

[5]. ‘Eğer ecel güneşin gurubu (batması) gibi muayyen (mutlak aşikar) olsa idi,
Yarı ömür gaflet-i mutlakada ve ahirete çalışmamakla zayi olup (boşa gidip),
Yarı ömürden sonra her gün ölüm darağacı tarafına bir ayak atmak gibi,
Dehşetli bir korku alıp eceldeki musibet yüz derece ziyadeleşmesi (artması) sırrıyla,
Başa gelen musibetler,
Ve hatta dünyanın eceli olan Kıyamet,
Perde-i gaybda (bilinememezlik perdesinde) merhameten bırakılmış..'
Şualar / 15. Şua / 2. Makam / Yedinci ve Sekizinci Delil / syf: 561

[6]. ‘İ'lem eyyühe'l-aziz! (ey aziz kişi bil ki),
Cenab-ı Hakkın ata, kaza ve kader namında üç kanunu vardır.
Ata, kaza kanununu; kaza da, kaderi bozar.
Mesela:
Bir şey hakkında verilen karar, kader demektir.
O kararın infazı, kaza demektir.
O kararın iptaliyle hükmü kazadan affetmek, ata demektir.
Evet, yumuşak bir otun damarları katı taşı deldiği gibi,
Ata da kaza kanununun kat'iyetini (kesinliğini) deler.
Kaza da ok gibi kader kararlarını deler.
Demek, atanın kazaya nisbeti, kazanın kadere nisbeti gibidir.
Ata, kaza kanununun şümulünden (kaplayıp içine almasından) ihraçtır.
Kaza da kader kanununun külliyetinden (bütünlüğünden) ihracıdır (dışlanmasıdır).
Bu hakikate vakıf olan (o hakikati elde eden) arif (bilgi sahibi),
"Ya İlahi! Hasenatım (iyiliklerim) senin atandandır.
Seyyiatım (günahlarım) da senin kazandandır.
Eğer atan olmasaydı helak (yok) olurdum" der..'
Mesnevi-i Nuriye / 10. Risale / syf: 175

[7]. ‘Ehemmiyetli bir hikmet için,
Zahir nazarda (görünürde) müphem (belirsiz),
Ve gayr-i muayyen (önceden belirlenmemiş) tevehhüm edilen (zannedilen) eceller ve rızıklar,
İpham (belirsizlik) perdesi altında,
Kaza ve kader-i ezelinin defterinde mukadderat-ı hayatiye (alın yazısı) sahifesinde,
Her zihayatın (hayat sahibinin) eceli mukadder ve muayyendir,
Tekaddüm (öne gelmez), teahhur etmez (sonraya kalmaz)..'
Şualar / 15. Şua / 2. Makam / Yedinci ve Sekizinci Delil / syf: 561

 

Yorum yazabilirsiniz.

Yorumlarınız onaydan sonra yayınlanacak olup eposta adresiniz sitede görünmeyecektir. Lütfen hakaret içeren sözler yazmayınız.
0.007 sn.