Kar yağıyordu o gece, bembeyazdı tüm şehir.. Kendi içindeki karanlığa rağmen bembeyaz... Seviyordu karı, çok hem de. Kışı kış yapan şeydi kar. Beyazı beyaz, çocuğu çocuk yapıyordu. Bir şairin mısraları geliverdi aklına birden:
"Ne yoksulları üşütmek
Ne çocukları sevindirmek için yağar
Şairlere şiir yazdırmak için yağar,
Beyaz esin perisi kar..."
Haklı mıydı şair? Düşündü. Belki evet, belki hayır...
O sırada yeni açmış olduğu televizyonun geniş ekranına takıldı gözleri. "Kara Kış", "Beyaz Ölüm" başlıklarıyla doluydu tüm haber kanalları. Yeniden düşünmeye başladı: Bir şey aynı anda hem çok güzel hem de çok kötü olabilir miydi? Onlara göre olabiliyordu sanırım. Ama bu ufacık taneciklerin nesi ölümdü ki? Ya da şu beyaz kışın neresindeydi o bahsedilen karalık? O göremiyordu... Herhalde bu başlıklar atanlar hayatları boyunca hiç çocukluk yaşamamış veya hiç yağmakta olan karı doya doya izlememişlerdi. Ama o, her ikisini de yapmıştı. Hem karlarda yuvarlanmış hem de saatlerce pencereye dayayıp yüzünü, o güzel beyazlığı seyredalmıştı. Hatta bazen annesinin görse çok kızacağını bile bile pencereyi açıp dilini dışarı çıkardığı olurdu. Çok gülerdi diline düşüp birden suya dönen o kar taneciklerine. Sonra da annesinin görüp "Üşüteceksin, kapat o camı!" diye bağırmasına fırsat vermeden içeri kaçardı...
İçi gitti birden. Özleyiverdi o günleri, o tasasız anları... Ama ne değişmişti ki sanki?.. Çıksa şimdi dışarı, atsa kendini o tertemiz beyazlığın üzerine, hazır da dışarda kimsecikler yokken, kelebekler yapsa, arabaların camlarına kartopu fırlatıp kahkahalar atarak kaçsa, kardanadam yapmayı deneyip sonunda sadece büyük bir kar kütlesiyle kalakalsa... Gözleri daldı, gündüz düşlerinden bir parça.. Hayalinde kalbi de, duyguları da bembeyazdı; aynı yağan kar gibi...